Psikoterapi
Akılcı Duygusal Davranış Terapisi
Akılcı duygusal davranış terapisi, insanların kendilerine zarar veren düşünce ve davranışlarını değiştirerek onları mutlu etmeyi hedefleyen bir psikoterapi yöntemidir. Albert Ellis tarafından uygulamaya geçirilen akılcı duygusal davranış terapisi (ADDT), düşünmeyi, yargılamayı, karar vermeyi, analizi ve hayata geçirmeyi öneren yapısıyla bilişsel davranışçı terapilerle ortak yönlere sahiptir.
Akılcı duygusal davranış terapisinin ana kavramları şunlardır.
- Tüm insanlarda mantıklı ve mantıksız olma potansiyeli vardır. Yaratıcılık, kendi hatalarından ders çıkarma, gelişim potansiyellerini açığa çıkarma, düşüncelerini analiz etme, diğerlerini sevme ve ilgilenme gibi yapıcı ve yapılandırıcı özelliklerin yanında düşünmeden hareket etme, hazza yönelik davranma, kendine zarar verebilme, aynı hataları tekrarlama, hoşgörüsüzlük, batıl inançlara sahip olma, mükemmeliyetçilik, tembellik, potansiyelini ortaya koymaktan kaçınma gibi inhibe edici özelikler de aynı bireyde mevcuttur.
- Mantıksız düşünme ve negatif özelliklerin kazanımı aile ve kültürle yakın ilgilidir. Bu özellikle hayatın ilk yıllarındaki telkine yatkınlık ve sosyal baskılardan etkilenmeyle ilişkilidir.
- Genel hareket ve düşünce tarzımız önceki deneyimler, hatıralar ve bunların sonuçları çerçevesinde şekillenir.
- Akılcı duygusal davranış terapisi, psikoterapinin disiplin içinde sürdürülmesinden yanadır. Bunun tedavi süresini kısalttığına inanır.
- ADDT danışan ile terapist arasındaki yakın işbirliğinin yanı sıra danışanların kendi hatalarını kayıtsız şartsız kabul etmelerini ister.
- Akılcı duygusal davranış terapisi sadece görünürdeki sorunu hedef almaz, temelde sorun yaratan eğilimleri azaltmaya çalışır.
- Kişilerin halihazırdaki sorunları bazı dogmatik, mantıksız ve sorgulanmamış inançlara sahip olmalarındandır. Örneğin, partneri tarafından reddedilen ve ondan ayrılan kişi,sadece istenmediğine veya uygun bir çift olmadıklarına inanmaz, ayrılığın ardında bunun korkunç olduğu, buna katlanamayacağı, reddedilmemesi gerektiği, arzulanacak biri olmadığı, değersiz biri olduğu gibi birçok hipotez geliştirebilir.
- ADDT hayattaki yaşanmışlıkların duygusal sonuçlara katkıda bulunduğunu kabul etmekle birlikte, esas faktörün kişinin gerçek dışı fazla genellenmiş inanışları olduğunu savunur.
- Akılcı duygusal davranış terapisinde bireylerin düşünce ve hislerini değiştirerek onları farklı davranma yönünde güçlendirme hedeflenir.
Albert Ellis birçok psikopatolojinin altında kendini suçlamanın yattığını savunur. Kişilik bozuklukları, nevrozlar ve depresyondan kurtulmak, kendini ve başkalarını suçlamaktan vazgeçmekle mümkündür. İşlevsel olmayan temel inançlar şunlardır.
- Her şeyi “meli”, “malı” şeklinde düşünmek. “Sevilmeliyim”, “Kabul edilmek zorundayım”, “Başarılı olmalıyım” gibi.
- Aşırı mükemmeliyetçi olmak. “Tüm görevleri mükemmel biçimde yerine getirmek zorundayım” düşüncesi bireyin tüm yaşantısına hakimdir.
- İnsanların beni sevmesini, bana saygılı olmasını, dürüst ve adil olmalarını çok istiyorum, onun için herkes bana böyle davranmak zorunda.
- İstediğim olmazsa buna dayanamam, bu her şeyin sonu olur, bu korkunç duruma katlanamam.
Akılcı duygusal davranış terapisinde, duygusal rahatsızlığın temelinde diğerlerinin ne düşündüğünü fazla umursamanın yattığına inanılır. Birçok insanda kendini kabullenme, diğerlerinin onun hakkında iyi düşünmesine, diğerlerinin onu kabul etmesine bağlıdır. Bu kişiler için sevilebilmek büyük ihtiyaçtır ve başkalarının onayı çok önemlidir. Bunun tersi, kaygı ve depresyona neden olur.
Akılcı duygusal davranış terapisinin bir diğer dayanağı da işlevsel inançlardır. Bu ADDT’ nin temel kişilik kuramını oluşturur. Temel görüş insanların kendi duygusal sonuçlarını kendilerinin yarattıklarıdır. Belli bir eğilimle doğan insanlar, sosyal koşullanma sayesinde işlevsiz inançlarını kullanmayı tercih ederler. Fakat bireylerin içlerinde, abartılı inanç sistemlerini anlama ve bunlara karşı çıkmaya yönelik sınırsız bir potansiyel vardır. Yeter ki, bunları anlama konusunda biraz düşünüp çaba sarf etsinler. ADDT bu potansiyeli kullanmayı hedefler.
Önceden oluşan düşünme ve duygulanma yapılarını değiştirmeye yönelik şu anki becerilere ağırlık verilir. Geçmişin derinliklerine inmek ve geçmişteki davranışlarla şimdiki davranışlar arasındaki bağlantıları kurmak gibi detaylara girilmez. Danışanlar terapi seansları sonrası aktif çalışmak durumundadırlar. Davranışsal ödevlerini yaparak duygu ve davranışlarında rahatsızlığa yol açan düşünce yapısını değiştirmeye çalışırlar. Terapistin burada görevi, karşılıklı anlaşmayla ödevleri tasarlamaktır. Ödevler, duygusal ve davranışsal değişimi tetikleyecek olumlu hareketleri yaptırmaya yöneliktir.
Psikoterapist tedavi için mantık dışı inançlarla aktif olarak tartışma ve danışanın nasıl farklı düşüneceğini öğretmeye yönelik bilişsel ev ödevlerini oluşturma yanında, farklı fikirleri benimsemeye yönelik “rol yapma”, patolojiye sebep olan fikirleri saçmalığa indirgemek için “mizah”, her türlü talihsizliği olgunlukla karşılamaya yönelik “koşulsuz kabul” ve sabit fikirlerine dur demeyi öğretmeye yönelik “güçlü karşı koyma” gibi teknikleri kullanır.
Özellikle grup terapilerinde “utanca müdahale alıştırmaları” yapılır,
Akılcı duygusal davranış terapisinde terapist daima danışandan bir adım önde tutum alır, gereğinde danışanı yalancı çıkarmaktan çekinmez, danışanı ‘daha da kötüsü, en kötüsü’ fikrine alıştırır. Temel amaç, ne kadar kötü olursa olsun hiçbir davranışın, danışanın değerini düşürmeyeceğini göstermektir. Danışana karşı katı bir tutum alan terapist, aynı zamanda koşulsuz bir kabullenme de gösterir. Danışana fikirlerinin mantıksız olduğunu basitçe söylemek terapi değildir. Önemli olan bu mantıksızlığı, danışanın kendisinin görmesini sağlamaktır.
DEPRESYON
Daha önceleri severek ve kendi isteğimizle yaptığımız aktiviteleri çeşitli çevresel, hormonal ve genetik bozukluklardan dolayı yapmak istemediğimiz, zevk almadığımız çökkünlük haline depresyon denir.
Depresyon denilince çoğumuzun aklına ağır elem ve keder, isteksizlik, enerjisizlikle kendini gösteren, belirli bir zamanda başlayan ve biten bir hastalık gelir. Bu nedenle günlük dilde “depresyona girmek” ve “depresyondan çıkmak” terimleri sıklıkla kullanılır.
Çoğunlukla depresyon geçiren kişi işlevsellik düzeyi ve yaşam kalitesindeki azalmayla birlikte seyreden acı verici semptomlardan şikayet ederek bir ruh sağlığı uzmanına başvurur. Ancak depresyon her zaman bu bilindik tabloyla karşımıza çıkmaz.
Psikiyatrik sınıflamalarda; .akut (ani) depresif nöbet, hafif- orta şidette depresyon VE distimi veya distimik bozukluk olarak adlandırılan kronik depresyon olarak tanımlanır.
Akut (ani) depresif nöbet, hafif- orta şidette depresyon, ilaç tedavisine ek olarak, davranışçı bilişsel terapiden çok yarar görür.
Kronik major depresyontablosu genelde hem daha az yardım aranan ve tedaviden daha az yararlanan hem de daha çok gözden kaçırılan bir tablo olmaktadır.
Kronik depresyonda da temel depresyon belirtileri olan depresif duygulanım, ilgi ve istek azlığı, hayattan zevk almama, karamsarlık ve suçluluk duyguları, uyku ve iştah bozuklukları, hareketlerde yavaşlama ve enerji azlığı görülür. Kronik depresyonun en önemli farkı belirtilerin şiddeti ve süresidir. Belirtiler en az iki yıl süreyle ve major depresyon denilen klinik depresyon tablosunda olduğundan daha az şiddetli olarak görülür. Kişinin sosyal, ailevi ve mesleki işlevselliği ileri derecede bozulmaz. Bu yüzden genellikle fark edilmeyebilir ve tedavi arayışları olmayabilir.
Stres sinir yapısını değiştirir.
Alışveriş bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı kadar tehlikeli
Depresyondaki kişi çevresine ve hekimine davranışı;
– “Çok üzgünüm,sanki daha önceki kişiliğimi,yapımı kaybettim.”
– “Hiçbir şeyden zevk alamıyorum.”
– “Bu sıkıntı,keder bitmeyecek.”
– “Hayat bana ağır geliyor.”
– “Canın hiçbir şey yapmak istemiyor.”
– “Kendimi yorgun, bitkin hissediyorum.”
– “Sabırsız, tahammülsüz bir insan oldum.”
– “Kimse gelsin-gitsin istemiyorum.
– “Sessiz, sedasız bir odada, kendi başıma kalmak istiyorum.”
– “Çocuklarıma bakamıyorum, bazen onları boğasım bile geliyor.”
– “Bazen artık yaşamın bir anlamı kalmadı diye düşünüyorum.”
– “Bir şey öğrenemiyorum, her şeyi unutuyorum.”
– “Zaman zaman sebepsiz ağlıyorum.”
– “Çok sıkılıyorum, daralıyorum, baş ağrılarım sıklaştı.”
– “İştahtan kesildim, kilo verdim.”
– “Uykuya dalmakta güçlük çekiyorum, bazen erkenden sıkıntı ile uyanıyorum.”
EGZERSİZ
Düzenli fiziksel aktivite depresyonunuz teşhis edildiğinde reçete edilen ilk şey değildir, ama önemine binaen ilk şeyler arasında yer alması gerekmektedir. Haftada 3 defa, Günlük 30 dakikalık uygun bir şekilde yapılan aerobik egzersizler genel vücut sağlığının yanında özellikle orta dereceli depresyon vakalarında görülen semptomların giderilmesinde antidepresanlar kadar etkilidir. Tibet hareketleri de son derece etkindir..
Depresyon için ilaç ile tedaviden pek hoşlanmayan kişiler için gevşeme egzersizleri idealdir. Yapılan klinik çalışmalarda gevşeme egzersizlerinin (örneğin progresif kas gevşeme , rahatlama görüntüleri ve otojenik eğitim gibi.. bilişsel- davranış terapisi gibi psikolojik tedavi kadar etkili olmadığı, fakat depresyon için hiç tedavi olmayan insanlar için belirlenmiştir.
MEDİTASYON, YOGA
Meditasyon, insanların nefes veya bir kelimeye odaklanarak kafalarını rahatlatmak yada kirli düşünceleri uzaklaştırmak amacı ile uygulanan rahatlama şeklidir. Bazı çalışmalar, günlük meditasyon uygulamaları sayesinde stres, anksiyete ve depresyon bazı belirtileri hafiflettiğini gösterilmektedir.
Yoga, Sanskritçe bir kelime olup zihin- beden egzersizlerini tarif etmek için kullanılır. Denge, esneklik, kuvvet ve odaklanmanın geliştirilmesine yardımcı olur. Bu tür uygulamalar ayrıca omurga hizalanmasına, zihinsel berraklığın artırılmasına ve sinir sisteminin gençleştirilmesine olanak sağlar. Bu iki olgu birlikte sağlandığında ise kişinin stresi azaltılabilmekte ve duygusal iyileşmenin yanında rahatlamaya da teşvik etmektedir.
MÜZİK TERAPİSİ
Müzik terapisi depresyonu olan kişilerin ruh halini düzelttiği saptanmıştır.
İLAÇ TEDAVİSİ
Depresyon tedavisinde kullanılan temel ilaçlara antidepresan ilaçlar denilmektedir.
İlaçların ciddi yan etkileri var mıdır?
Antidepresan ilaçlar uzun süre kullanım güvenliği kanıtlanmış ilaçlardır. Doktor denetiminde kullanılması halinde kalıcı ve ciddi yan etkilere neden olmazlar. Ancak her ilaca karşı aşırı duyarlılıkların olabileceği, fiziksel sorunların ilaçların yan etkilerini arttırabilecekleri unutulmamalıdır.
İlaç kullanımındaki sık görülebilen yan etkiler nelerdir?
Ağız kuruluğu, Görme bulanıklığı, Kabızlık, Bulantı, kusma,Terleme
Uyuşukluk, Uyku sorunları
Kilo alma, Baş ağrısı, baş dönmesi
Mide barsak sistemi bozuklukları ve ishal ,Karın ağrısı
Libido azlığı ve başka cinsel sorunlar
DEPRESYONDA ÇAĞDAŞ TEDAVİ
Depresyonda çağdaş tedavi ilaç tadavisine yardımcı olarak psikoterapi yapmaktır. Özellikle Davranışçı Bilişsel terapi depresyon tadavisinde çok etkilidir.
Ayrıca TMS tedavisi de depresyon tedavisindeki yerini giderek artırmaktadır.
Fobiler
Başkaları tarafından eleştirileceği, onların yanında rezil olacağı ya da utanç duyacağı durumlara düşeceği endişesiyle sosyal ortamlara girmekten çekinme, insanlarası iletişim kurma konusunda korku duyma olarak tanımlanan sosyal fobi, kişinin hayatını kabusa çevirebiliyor.
Fobiler nasıl tedavi edilir?
– Fobilerin tedavisinde temel olarak iki yöntem izlenir. Bunlardan birincisi ilaç tedavisidir.Diğeri psikoterapidir. İlaç tedavilerinin fobilerin ele alınmasında oldukça etkili olduğu birçok çalışma ile gösterilmiştir. Günümüzde en çok “serotonin geri alım inhibitörü”(SSRI) olarak bilinen antidepresan ilaçlar bu amaçla kullanılmaktadır. Genellikle tedaviye başladıktan sonra 1-2 ay içersinde sonuç elde edilmektedir.
İlaç tedavisinden olumlu sonuç alınamadığı oluyor mu?
– Evet. Bazı kişilerde ilaçla tedaviden sonuç alınamaz. Bazı durumlarda ise sadece ilaç tedavisi ile yetinmek tam sonuç alınmasına yeterli olmayacağı gibi ilacın kesildiği dönemde yakınmaların tekrar etmesine yol açılmış olur. Bu nedenle ilaç tedavisi yapılsa dahi, bunun yanı sıra davranış tedavisi olarak bilinen, temelde kişinin korktuğu şeye dereceli olarak alıştırılması ve duyarsızlaştırılması anlamına gelen tedavilere başvurulması yerinde olmaktadır. Davranış tedavisi en az ilaç tedavisi kadar etkilidir, ancak uygulanması daha büyük bir çaba, zaman ve insan gücü, hastadan yoğun işbirliği gerektirir. Bu nedenle çoğu zaman ilaç tedavisine nazaran ikinci plana bırakılmaktadır.
Özellikle ruhsal travma sonucu başlayan fobilerde ise kısaca EMDR olarak bilinen (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) göz hareketleri eşliğinde duyarsızlaştırma ve yeniden proses etme yönteminden yararlanılabilir. Bu tedavi yönteminde kişinin daha önce yaşadığı ve kendisinde korku yerleşmesine yol açan olay etrafında çağrışımları toplanmakta, gözden geçirilmekte ve işlenmektedir. Hızlı ve kalıcı etki bırakan bir yöntem olması nedeniyle uygun olan vakalarda kullanılmaktadır.
Fobilerin tedavisindeki yüzleşme yöntemini nedir?
Genellikle bu işlem yavaş yavaş alıştırma biçiminde basamaklandırılmış olarak uygulanır. Ancak yoğun uyaranla karşılaştırma ve sıkıntının her aşamada azalmasını bekleme biçiminde de olabilir. Örneğin agorafobisi olan, yani tek başına kalabalık bir çarşıya girip orada vakit geçirmekten korku duyan ve bunu yapamayan bir kişiyi ele alalım. Uygulama için bu duruma uyan bir yer tespit edilir tedavi olacak kişi ile birlikte. Bu o bölgedeki birçok katlı ve kalabalık çarşı olabilir. Başlangıçta o çarşıya yalnız başına giderek orada sıkıntı duymasına rağmen yarım saat geçirmesi istenir. Oraya girdiğinde duyduğu sıkıntıyı 10 puan üzerinden değerlendirmesi istenir. Daha sonra aynı değerlendirmeyi orada geçirdiği sürenin sonunda da yapması ve bir not defterine kaydetmesi istenir. Çok fazla sıkıntısı olanlar için bir yardımcı terapist hastayı belirli bir mesafede belirli bir yerde bekleyebilir. Daha sonra aynı uygulama tamamen tek başına da yapılacaktır.
Fobilerde; maruz bırakma etkili bir davranışçı terapi metodudur.
Fobilerde tekrarlama ihtimali nedir?
– Özellikle ilaç tedavilerinde bu çok görülmektedir. Bu nedenle yıllarca ilaç kullanmak zorunda kalan kişilere rastlanmaktadır. Psikoterapi bu konuda ilaçtan üstündür.
Çünkü iyi yürütülen psikoterapi sonrasında tedavi kesilse bile kişi iyileşmeye devam eder. Çünkü bir kez zihni açılmış ve düşünmeye başlamıştır. Ancak ilaç tedavilerinde olduğu kadar olmasa da psikoterapiyi sürdürmenin de değişik avantajları vardır. Yoğun olarak sürdürülmese bile aralıklı olarak terapiste bir gidip son durumu birlikte değerlendirmek ve yeni çıkan bilgileri eskilerle birleştirmek faydalı olur ve tedavinin etkisinin sürmesini destekler.
Yaşam olayları da iyileşmiş olan bazı fobik belirtilerin tekrar alevlenmesine neden olabilir. Çünkü unutmayalım ki her tür fobi bir yandan kişinin sıkıntıları için bir supap görevi yapmakta ve stres karşısında artabilmektedir. Ancak bu durum kişiyi karamsar yapmamalıdır. Herkesin yatkın olduğu bir psikiyatrik tablo vardır ve stres karşısında o tabloya girme eğilimindedir. Her zaman için iyi bir tedavi yine yapılabilir ve fobi en iyi tedavi edilebilen, kişiye bedeli en az olan psikiyatrik bozukluklardan biridir.
Fobisi olan kişiye aile bireyleri nasıl davranmalıdır?
– Her türlü psikiyatrik problem daima aileyi de ilgilendirir. Bazen aileler psikiyatrik problemlerin oluşumunda rol oynarlar ama yine de tedavide yardımlarına gereksinim vardır. Daha da önemlisi ailenin bazı tutumları problemin devam etmesine katkıda da bulunabilir ki, bunu düzeltmek önemlidir. Fobisi olan aile bireyleri birkaç değişik tutumla karşılaşabilirler. Bunlardan bir tanesi “bir şeyin yok” tutumudur, yani problemin inkar edilmesidir. Ancak bu gibi problemler inkar edilmekle kaybolmaz ve fobisi olan kişi bundan olumsuz etkilenir. Bir başka yanlış tutumun ise fobinin desteklenmesidir. Örneğin agorafobisi nedeniyle bağımlı hale gelen bir kişinin bu bağımlılığını sürdürmesine gereksiz yere yardım edilmesidir. Onun yerine tedaviye motive edilmesi daha doğrudur. Başka bir yanlış tutum ise fobisi olan kişiye öfkelenmek, onun bu yönünü bir zayıflık olarak kullanmaktır.
Elektroşok tedavisi fobiye iyi gelir mi?
– Elektroşok tedavisinin fobide yeri yoktur. Yararlı olmaz. Günümüzde fobi tedavisinin uluslararası tek standardı ilaç ve psikoterapidir. Elektroşok tedavisinin en çok kullanıldığı yerler şizofreni ve depresyondur. Bunun dışında kullanımı oldukça nadirdir. Ancak uygun kullanıldığı durumlarda yan etkisi olmayan ve etkili bir tedavi olduğuna kuşku yoktur.
Çocuklarda tedavi
Tedaviden bahsedecek olursak?
– Bazı durumlarda çocuklarda da sıkıntı azaltıcı ilaçlar kullanılabilmektedir, ancak genellikle uzun süre verilmesi gerekmemektedir. Çocukla iletişim çok önemlidir tedavide de. Çocuklar sorunları doğrudan anlatamasa da birlikte oyun oynama, resim çizdirme gibi araçlar yolu ile sıkıntılarının nedenlerini öğrenmek mümkündür.
Aile ile çocukla birlikte görüşme yapmak çoğu zaman geniş bilgi sağlar. Ancak, çocuğun dışında kalan ama onu etkileyen birçok konu olabileceğinden anne ve baba ve gerekirse diğer aile üyeleri ile ayrıca da görüşmeler yapılır.
Çocukların tedavisinde belirti üzerinde çok durulmaması fakat arkasında yatan etkenlere dikkatin yöneltilmesi, tedavi süresini kısaltacak ve başarı oranını yükseltecektir. Ancak pek çok ruhsal problem özellikle ergenlik çağı sonrasında tedavisi daha güç ve zahmetli hale gelir. Bu nedenle erken müdahalenin yararları çoktur. Toplumumuzda bu yönde artan bir bilinç gözlenmektedir.
Gevşeme egzersizleri yararlı olur mu?
-Gevşeme egzersizleri yararlıdır. Yalnız fobilerde değil her türlü gerginlik ve anksiyete hallerinde kullanılabilir. Çünkü anksiyete, genellikle kas gerginliğine yol açmakta ve bu da ağrılar ve uykuya dalmakta güçlük yaratmaktadır. Gevşeme egzersizleri şu şekilde yapılmaktadır. Kişi önce bir kas grubunu seçmekte ve onu kasmaktadır. Daha sonra bunu gevşeterek aradaki farkı hissetmekte ve sonra aynısını tekrar tekrar yapmaktadır. Daha sonra aynısını başka kas grupları ile de yapmaktadır. Bu şekilde bütün vücudunu kasmayı ve gevşetmeyi, aradaki farkı tanımaktadır.
SOSYAL FOBİ
Sosyal fobide yaşanan anksiyete, uyarana bağlı olarak ortaya çıkar. Fobik durumlarla karşılaşılması için zorlandiğında ya da beklenmedik bir anda böyle bir durumla karşı karşıya geldiğinde kişi yoğun bir anksiyete yaşar, bunun yanı sıra çok çeşitli somatik semptomlar gösterir.
Değişik anksiyete bozukluklarına değişik somatik semptomlar eşlik eder. Örneğin; panik ataklarında daha çok çarpıntı, göğüste Ağrı ya da sıkışma hissi görülürken sosyal fobide daha çok yüz kızarması ve ağız kuruluğu görülür. Sosyal fobisi olan hastaların korkulan durumlara bağlı olarak gerçek panik atakları da ortaya çıkabilir.
Sosyal fobisi olan kişiler, çeşitli toplumsal durumlarda olumsuz bir biçimde değerlendirileceklerine ilişkin büyük bir korku duyarlar. Korktukları durumlarla karşılaştıkları zamanlarda sıklıkla anksiyetenin somatik semptomlarını yaşarlar.
Sosyal fobide korku duyulduğu sırada en sık gözlenen somatik semptomlar şunlardır: Çarpıntı (%79), titreme (%75), kaslarda gerginlik (%64), midede burulma duygusu (%63), ağızda kuruma (%61), ateş basması ya da üşüme (%57) ve kafada basınç duygusu ya da baş ağrısı.
Sosyal fobi için tanı ölçütlerini karşılayabilmesi için toplumsal durumlarda korkmanın bir sonucu olarak, anksiyete ortaya çıkmış olmalıdır. Bazı kişilerin korkuları özgül toplumsal olaylarla sınırlı olmasına rağmen bazılarınınki hemen bütün toplumsal durumlarda görülebilir.
En sık görülen sosyal fobik durumlar şunlardır: birisiyle tanıştırılma, konum olarak kendisinden daha yukarıda bulunan kişilerle karşılaşma, telefon etme, konuk kabul etme, birşeyler yaparken başkaları tarafından izlenme, başkalarının kendine “takılması”, tanıdıklarıyla yemek yeme, başkalarının yanında yazı yazma ve toplum önünde konuşma.
Çocuklarda sık görülür
Sosyal fobi çok sıktır, özellikle çocuklukta daha sık görülür. En sık görüldüğü yaş 6 yaştır. Bu tür hastalar için en etkili tedavinin karşılaştırma(eksposure) tedavisi olduğu söylenebilir. Sonuçlar genellikle olumludur ve iyileşme yıllarca devam edebilir. Agorofobide de en etkili tedavi yönteminin davranış tedavisi olduğu söylenebilir. Eğer fobik bozukluğa depresyon eşlik ediyorsa, bu durumda ilaç tedavisi öncelikli olarak düşünülmelidir.
Tedavi yöntemleri
Sosyal fobi, özellikle geç adolesan dönemde ortaya çıkar. Erkeklerde daha sıktır. Sıklıkla kronikleşir. Eleştirilmekten, reddedilmekten korku duyulur. Beşte bir olguda Alkol kötüye kullanımı tabloya eşlik eder. Sosyal fobiyi, kişilik bozukluklarından ve panik haline sekonder olarak gelişen sosyal sakınma davranışından ayırmak önemlidir. Sosyal fobide ilaç tedavisinden daha çok bilşsel ve davranış tedavilerinin önemi vardır. Her iki yöntemin kombine edilmesi de mümkündür.
Sosyal fobi psikiyatrik bozukluk olarak kabul edilmiyor!
Sosyal fobi, toplumda sık görülen psikiyatrik bir bozukluk olmasına rağmen, yeterince tanınamamakta ve tedavi edilememektedir. Hastaların tedavi arayışı içine girmemelerinin nedenleri şunlardır:
1. Utangaçlıklarının insan doğasının doğal bir yanı olduğunu düşünürler.
2. Bu durumun psikiyatrik bir bozukluk olduğunu kabul edemezler.
3. Yabancılar karşısında da suskunluklarını devam ettirirler
4. Birtakım başetme yöntemleri geliştirmişlerdir.
Tedavi edilmeyen sosyal fobi, kişinin yaşamında bir çok olumsuz duruma yol açar. Örneğin; okulda başarısızlık, mesleki kısıtlılık, arkadaşlık kuramama, karşı cinsten biriyle birlikte olamama, alkol kötüye kullanımı, depresyon, intihar girişimleri v.b.”
Obsesif kompulsif bozukluk nedir tedavisi nasıl olur?
Aslında kişinin gerçeklik duygusunun bozulmadığı ve kişinin doğru olmadığını bilmesine rağmen gerçeklik duygusunun korunduğu takıntılı düşüncelere obsesyon (takıntı) denir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) mantıksız düşüncelerin ve korkuların (takıntılar) insanı sürekli tekrar eden davranışlar sergilemesine zorlayan psikolojik bir hastalıktır. OKB ile takıntılarınızın mantıksız olduğunun farkına varamayabilirsiniz ve bu takıntıları önemsememeye ya da bırakmaya çalışabilirsiniz. Fakat bu sadece sıkıntılarınızı ve kaygılarınızı artırır. Rahatsız edici düşünceleri önemsememeye ya da bu düşüncelerden kurtulmaya çalışırken yeni düşünceler ve zorlamalar daha öncekileri takip eder böylece içinden çıkılmaz bir döngüye girilir.
Sık sık el yıkamak, kapıyı bacayı kontrol etmek ve çay ocağını denetlemek sık rastlanır. Bazı hastalar da istemeden de olsa evde işe yaramayacak şeyleri biriktirir ve bunları saklarlar. Birçok insan çeşitli konularda evham, endişe ve takıntılara kapılabilir. Ancak çoğu zaman günlük hayat içinde ortaya çıkan bu duygular ile baş edebilir ve sorunlarımızı hayatımızı etkileme noktasına varmadan çözüme ulaştırabiliriz. Takıntılı düşüncelerin günlük hayatımızı etkileyecek ve rutin aktivitelerimizi kısıtlayacak düzeye gelmesi durumunda (OKB) adı verilen bir ruhsal hastalık akla gelmelidir.
ENGELLENEMEZ BİR KAYGI DURUMU ORTAYA ÇIKAR
OKB, obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen tekrarlayıcı davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir ruhsal hastalıktır. Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantık dışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani kaygıya neden olurlar. Kompulsiyon ise obsesyonların sebep olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak veya ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir. Her 100 kişiden 2-3’ünde görüldüğü anlaşılmıştır.
KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜR
Genellikle ergenlik döneminde ve 20-30’lu yaşlarda başlamasına karşın, okul öncesi çağdaki çocuklar dâhil herhangi geniş bir yaş grubunu içerir. Erkeklerde daha erken yaşlarda başlamasına karşın genel olarak kadınlarda daha sık görülmektedir. Takıntı ve saplantınlar toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiklik gösterebilir. Kişinin bedeninin ve giysilerinin kir, mikrop, toz gibi etkenler, kimyasal maddeler, deterjanlar, zehirler ile idrar, gaita ve diğer beden salgıları ile bulaşacağına ilişkin takıntıları ve bu takıntıların yarattığı sıkıntıyı gidermek için yaptığı davranışlarıdır. Eskiden takıntı, saplantı ve zorlantıların bir arada görülmesine Psikasteni de denirdi.
Tedavide antidepresan ilaçlar, bilişsel davranışçı terapi kullanılır. Hedef iki senede %90 iyileşmedir Bunları okuduğunuzda aklınızdan “temiz, tertipli ve düzenli olmanın; güvenlik amacı ile kapıları, pencereleri kontrol etmenin ne zararı var, bunlar hastalık mı sayılmalı?” şeklinde düşünceler geçebilir. Ancak tıbbi açıdan bu şekildeki düşünce ve davranışların hastalık sayılabilmesi için günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak, bozacak kadar şiddetli ve yoğun olmasıdır. İlaçların etkilerinin görülmesi için iki hafta kadar beklemek gerekir.
Obsesyonlar genel olarak şunlardır:
Kirlenme ya da kir korkusu
Eşyaları sıralama ve simetrik yapma
Kendine ya da başkasına zarar veren agresif ya da korkutucu düşünceler
Agresifliği, seksüel ya da dini konuları da içeren istenmeyen düşünceler
Obsesyon işaretleri ve semptomlardan bazıları şunlardır:
Elleri titreterek ya da diğer kişilerin dokunduğu şeylere dokunarak ortaya çıkan kirlenme korkusu
Kapıyı kilitleyip kilitlemediği ya da ütünün fişini çekip çekmediği konusunda şüphelenmeler
Eşyalar düzgün bir şekilde sıralanmadığında strese girme
Kendine ya da başkasına zarar verme kanısı
Müstehcen düşüncelerle yaygara çıkarma ve uygunsuz davranışlar
Elleri titretme gibi obsesif davranışlardan kaçınmaya çalışma
Zihinde hoşa gitmeyecek seksüel imgeler canlandırma
Takıntı Semptomları
OKB semptomları yapmak zorunda hissettiğiniz tekrarlı davranışlardır. Bu tekrarlı davranışlar kaygı kaynaklı obsesyonları engellemeye veya azaltmaya ya da kötü olacağı düşünülen bir şeyi önlemeye yöneliktir. Fakat bunlar kaygılardan sadece geçici olarak kurtulmaya yarar.
Obsesif Kompulsif Bozukluğu Tedavisi
OKB tedavisi tamamen bir iyileşmeyle sonuçlanmayabilir, fakat belirtileri en aza indirgeyerek hastalığın günlük yaşantınızı kontrol altına almasını engelleyebilirsiniz. Bazı insanlar hayat boyu tedavi altında olabilir.
OKB’nin 2 temel tedavisi psikoterapi ve ilaç tedavisidir. Çoğu zaman tedavi bu iki yöntemin birleşmesiyle devam eder.
Psikoterapi
Maruz Bırakma Terapisi adında bir terapi en etkili tedavi yöntemidir. Bu terapide hasta korkulan bir objeye ya da kirlenme gibi takıntıya kademeli olarak maruz bırakılarak kaygılarla sağlıklı bir şekilde mücadele etmesini öğrenir. Maruz bırakma terapisi efor ve pratik gerektirir fakat takıntılarınızla mücadele etmeyi öğrendiğiniz an daha iyi bir yaşam kalitesine kavuşabilirsiniz.
Panik atak nasıl tedavi edilir?
Panik bozukluk düzenli bir tedaviyle tamamen ortadan kalkabilir. Tedavide 2 temel yaklaşım bulunuyor. Bunların ilaç tedavisi ve bilişsel davranışçı terapidir. En iyi sonuç, bu 2 yaklaşımın birlikte uygulanmasıyla alınır.
Yapılan bilimsel araştırmalarda, panik bozukluğunun ortaya çıkışından, bazı beyin hormonlarının eksikliğinin ya da düzensiz çalışmasının sorumlu olduğu ve yapılan çok sayıda araştırmayla bu sorunun bazı ilaçlarla giderilebileceğinin kanıtlandığı belirtiliyor. Kullanılan ilaçların, panik atakların önlenmesinde ciddi yarar sağlanır, buna rağmen her hastaya ilaç gerekmeyebilir. Panik atak sayısı çok fazla olmayan, sosyal ve mesleki işlevlerindeki bozulmanın az olduğu olgularda, sadece terapiyle tedavi de mümkün olabiliyor.
Panik bozukluğunun tedavisinde, etkinliği kanıtlanmış antidepresif ilaçlar kullanılıyor. Anksiyolitik etkili bazı ilaçların da yararları olsa da bağımlılık yapıcı etkileri nedeniyle çok tercih edilmez. İlaç tedavisi dışında en etkili yöntemin bilişsel-davranışçı terapidir. Bu terapide, panik atak belirtilerine ilişkin yanlış inançların düzeltilmesi, panik atakla baş edebilme eğitimi ve ‘Panik atak gelecek’ endişesiyle geliştirilen davranışların sağlıklı olanlarla değiştirilmesine yönelik alıştırmalar gerçekleştiriliyor.
Panik atak hastasının yakınları ne yapmalı?
* Atak sırasında hasta yakınlarının sakin ve sabırlı olması, hastayla birlikte paniğe kapılmamaları, hastaya kendisine bir şey olmayacağı yolunda telkinde bulunmaları gerekiyor.
* Her panik atak sırasında acile başvurma ya da defalarca tetkik yaptırma isteği karşısında hastaya bunların gereksiz olduğunun anlatılması öneriliyor.
* Hastanın, ‘Panik gelecek’ endişesiyle yapmaktan kaçındığı davranışların düzeltilmesi, uygulamalarında özendirici ve güven verici yaklaşım içinde yardımcı olunması isteniyor.
* Hastanın panik hastalığından kaynaklanan davranışlarını, ‘Naz’, ‘Kapris’ ya da ‘Rol yapma’ olarak değerlendirmemek gerekiyor. Aksine, böyle durumlarda hastaya destek verilmeli.
BAĞIMLILIK RİSKİ
Amfetamin, kokain ve esrar gibi bazı uyuşturucu maddelerin alımı ya da bağımlısı olunan alkol, benzodiazepin ve barbiturat gibi ilaçların kesilmesi halindeki yoksunluk krizi sırasında panik atağa rastlanabiliyor. Panik hastalarının, endişe ve korkularını yenmek ve rahatlamak için, ‘Benzodiazepin’ türevi ilaçları ya da alkolü daha sık almaya başlayıp bir süre sonra dozunu artırarak bağımlı hale gelebildikleri belirtiliyor. Aşağıdaki durumlarda tedaviye direnç artıyor:* Hastada panik bozukluğuna ek olarak alkol ya da madde bağımlılığının bulunması.
* Hastanın gördüğü sosyal desteğin ya da aile desteğinin az olması ya da hiç olmaması.
Uyku sırasında ortaya çıkan ve kişiyi dehşetle uykudan uyandıran, ‘Uyku panik atakları’ ve ciddi bir ölüm ya da çıldırma korkusu olmaksızın diğer belirtilerle birlikte seyreden, ‘Korkusuz panik atağı’ gibi atak türlerinden söz edilebiliyor. Psikiyatr Dr. Şeref Özer, panik hastalarının en az üçte birinde uykuda gelen panik atakları saptandığını, korkusuz panik ataklarınınsa görece seyrek olduğunu dile getiriyor.
Öleceğini sanırken düzeldi
A.C., 24 yaşında bir hasta. 3 ay önce ev temizliğinden sonra dinlendiği sırada, aniden başlayan kalpte sıkışma, çarpıntı, ter boşalması, nefes almakta zorlukla öleceği korkusuyla eşi tarafından acil servise götürülmüş. Muayeneler sonucu bir şeyi olmadığı söylenmiş ve eve gönderilmiş. Ardından 4 farklı doktora gitmiş ve yine bir şeyi olmadığı söylenmiş. Sonraki günlerde aralıklı olarak 4 atak daha geçirince, kan tahlilinden MR’a kadar her türlü tetkiki en az 2’şer defa yaptırmış. Her an bir krizle öleceğine inanmaya başlamış. Yalnız kalamıyor, sokağa yalnız çıkamıyor, ‘Kriz geçiririm’ diye ev işlerinden bile uzak duruyormuş. Son gittiği doktorun önerisiyle psikiyatra başvurmuş. Panik bozukluğu tanısıyla tedavi görmeye başlamış. Doktoru tarafından verilen antidepresif ilaçların ve psikiyatrının yön göstericiliğinde, 1 yıl süren düzenli tedaviyle iyileşmiş.
PANİK ATAKLA İLGİLİ DOĞRU SANILAN YANLIŞLAR
* Atak sırasında hemen ilaç yutulması panik atağı durdurabilir:
YANLIŞ! Atağın süresi zaten kısadır. Bu nedenle etkisinin aynı anda ilaç alınmasıyla ortaya çıkması mümkün değildir. İlacın etkisi ortaya çıkıncaya kadar panik atak çoktan bitmiş olacaktır.
* Bazı gıdalar panik atağa neden olur:
YANLIŞ! Hiç bir yiyecek panik atak geçirilmesine neden olmaz.
* Panik atakları bitince tedavi kesilmelidir:
YANLIŞ! Hastanın tedavisi erken dönemde kesilirse bir süre sonra rahatsızlık yeniden başlayabilir. Bu nedenle panik ataklar tamamen geçmiş olsa bile, tedaviyi ortalama 6-12 ay daha sürdürmek gereklidir.
*Panik bozukluğu tedavi edilemez. Tam tersine bu bozukluk ömür boyu sürer:
YANLIŞ! Panik bozukluğu yeterli süre ve yeterli dozda uygun ilaç tedavisiyle ve psikoterapi uygulandığı zaman tümüyle iyileşebilen bir hastalıktır.
* Panik ataklar sırasında kalbin bu denli hızlı çalışması kalpte gerçek bir zarara yol açar:
YANLIŞ! Böyle bir gösterge olduğuna ilişkin ciddi bir kanıt yoktur.
BUNLARI YAPIYORLAR
Atak nedeniyle görülen başlıca davranış bozuklukları şöyle sıralanıyor:
* Atak sırasında gerekebileceği düşünülen ilaç, su, yakınının telefon numarası gibi şeyleri yanına almak.
* Atakların gelmesine neden olduğu düşünülen şeyleri yapmaktan ya da yiyip içmekten kaçınmak.
* Spor, cinsel ilişki, ev işi ve bazı yiyecek-içeceklerden vazgeçmek. * Zamanının çoğunu hastaneye yakın yerlerde geçirmek, şehirlerarası yolculuklardan kaçınmak.
* Dışarıya çıkarken rahatlamak amacıyla alkol ve ilaç almak.
* Çıldırma korkusu yüzünden kimseye zarar vermemek için kesici aletlerden, yüksek yerlerden uzak durmak.